28 Mayıs 2010 Cuma

UZAYDA YAŞAM VAR MIDIR?


     Yıllardır insanoğlu kendini arıyor, aramanın da ötesinde başka alemlerin, uzayda hayatın olup olmadığı hakkında sürekli sınırları zorluyor. Bu kişisel ve ya toplumsal merakın götürdüğü noktalarda bazen çok acıklı olagelmiştir. Tarihsel süreçte kimi bilim adamları yaptıklarından ötürü cezalandırılmış, hatta kimisinin canına da mal olmuştur. Bu merak bugünde varlığını sürdürüyor.
    Gelişen teknolojiyle beraber insan uzaya da adım atmış ve bunun sonucunda da insanoğlu bazı kazanımlar elde etmiştir. Misalen insan yapımı uydularla iletişim, haberleşme sağlanmıştır. Uzaya gönderilen makineler her gün 19 milyon fotoğrafı gönderecek duruma gelmiştir.
       Yıllardır devam eden bu teknolojik gelişme, veriler sonucunda net bir bilgiyle başka yaşam formlarının olduğunu açıklayan bilgilere ulaşılamamıştır. Günümüz modern insanı ufolardan bahsediyor, bazıları bunları gördüğünü iddia ediyorlar. Bunlar bize inandırıcı ve ya reklam gibi gelebilir; ancak tarih öncesi devirlerden bu yana da bunlardan bahsedildiğini de bilmekteyiz. Hal böyle olunca da ''Ateş olmayan yerde duman çıkmaz'' sözü geliyor insanın aklına ve insan soruyor kendine ''Acaba uzayda yaşam var mıdır?'' diye. Şu bir gerçek ki insan net bir şekilde bunun cevabını veremez. Var ve ya yok!
      Yalnız şunu söylemek gerekir: bilimle sabittir ki evrende insanın hayal gücünü aşacak derecede galaktik sistemler var ve her geçen bu sistemlerin içinde yeni gezegemler, yıldızlar bulunuyor. Bilmem kaç milyon ışik yılı uzaklıkta ki yıldızlar. Peki acaba buralarda yaşam olamaz mı? Bizim gibi yiyip içen varlıklar ve ya farklı şekilde yaşayanlar.                                                          Olamayacağını söylememiz mümkün değil; çünkü şu anki kazanımlarımız algı dünyasıyla sınırlıdır ve biz bunların içine hapsolmuş gibiyiz. Hal böple oluncada başka yerlerde yaşam olabilir demekten başka çaremiz kalmıyor gibi. İnsanın bu noktada 'Paralel evrenler' i düşünmesi lazım, algı dünyasının perdesi ancak bu şekilde yırtılabilir.

                                        Tıkla!  PARALEL EVRENLER

26 Mayıs 2010 Çarşamba

UFOLAR

      Tanımlanamayan Uçan Nesne, ya da kısa adıyla UFO ("Unidentified Flying Object") kimliği teşhis edilememekle birlikte bir ya da birçok tanık tarafından gözlemlendiği doğrulanan veya doğal yapısı ve kökeni bilinmemekle birlikte kamera, fotoğraf makinesi, radar vb. gibi cihazlarla kaydedilen hava nesne ya da fenomenlerine verilen addır.

     Bu fenomenleri ya da nesneleri inceleyen kişilere ufolog, UFO’ların incelenmesine ise ufoloji adı verilir. Tanımlanamayan uçan nesne, kimliği teşhis edildiği takdirde (meteoroloji balonu, uçak vs.) UFO olmaktan çıkar. Popüler kültürde ise Dünya-dışı oldukları varsayılan her türlü uzay gemisi için UFO terimi kullanılır. Bunun yanı sıra bu anlamda uçandaire terimi de kullanılır. Geçmişte de UFO gözlemleri yapılmış olmakla birlikte, gözlem raporları 1950’li yıllardan itibaren, özellikle ABD’de büyük bir artış göstermiştir. Bu yıllardan itibaren, yeryüzünde, günümüze kadar onbinlerce tanıklık kaydedilmiştir.[1]



Tarih-öncesi'nde ve Antikçağda UFO’lar       M.Ö. 10000 yıllarına tarihlenen, uzaylı ziyaretçileri temsilen yapılmış olabileceği ileri sürülen mağara resimleri, Val Camonica (İtalya). Fakat resimler ilahları veya mitolojik kişileri temsilen de yapılmış olabilir.Kimliği tanımlanamayan hava fenomenlerine ilişkin gözlemler çok eski zamanlardan beri yapılmaktadır. Kimi ufologlara göre, İspanya'daki Altamira Mağarası'ndakiler veya Cougnac'taki (Fransa) Lot (Pech-Merle) Mağarası'ndakiler[2] gibi, duvarlarında resimler bulunan bazı mağaralardaki tuhaf tasvirler UFO tasvirleri olmalıdır.[3] Ayrıca Cezayir’deki Tassili freskleri[4] gibi bazı resim ya da heykelcikler ilginç biçimde 20. yüzyıldaki raporlarda betimlenen uzaylı tasvirleriyle benzerlik göstermektedir[5] ki, bu, ufologlar topluluğunun bir kısmına göre, UFO fenomeninin eskiliğinin, yani Dünya insanlığının havada uçabilen araçlar yapabilecek teknolojiye sahip olmasından önce de mevcut olduğunun bir kanıtıdır.
     Fakat eski zamanlarda gözlemlenen bu tuhaf fenomenlerin kuyrukluyıldızlar, parlak meteorlar ya da atmosferdeki optik fenomenler olduğu sanılmaktadır. Eski zamanlardaki bu tür olguların incelenmesi retro-ufoloji olarak adlandırılmaktadır. Geçmişteki bu tür gözlemlere şunlar örnek olarak gösterilebilir:
    M.Ö. 1450’ye doğru, firavun III. Tutmosis’in tahtta olduğu döneme ait bir betimlemede, gökte “güneşten daha parlak ateşten halkalar”ın gözlemlendikleri, eni 5 m.’yi bulan bu nesnelerin birkaçgün boyunca belirdikleri ve sonunda gökte yükselerek kayboldukları anlatılır.[6]
     Romalı yazar Julius Obsequens M.Ö. 99 yılında “Tarquinia'da güneşin batışı sırasında küre gibi bir yuvarlak nesne gökte batıdan doğuya doğru yol aldı” diye yazmıştır.[7]

PLÜTON

      24 Ağustos 2006 tarihine dek Güneş Sistemi'ndeki en küçük gezegen (2390 km çaplı) olarak kabul edilmiştir. Plüton'un dışmerkezli bir yörüngeye sahip olması onun bir gezegen olup olmadığı konusunda yıllar süren tartışmalar yaratmıştır. 24 Ağustos 2006'ya kadar Uluslararası Gökbilim Birliği (International Astronomical Union; IAU), Plüton'u bir gezegen olarak sınıflandırmıştır. Ancak, aynı dernek 24 Ağustos 2006 tarihinde Prag'da yaptığı toplantıda Plüton'u gezegen sınıfından çıkarak "Cüce Gezegen" sınıfına koymuştur. Plüton, yeni kabul edilen "Güneş’in etrafında dönen, yuvarlak şekil alacak kadar kütleçekime sahip, yörüngesinde kendi bağımsız ekosistemini sürdürebilen göktaşları gezegendir." şeklindeki gezegen tanımına uymadığı için ve Plüton'un yörüngesinin Neptün’le kesişmesi nedeniyle gezegen sınıfından çıkartılmıştır. Birliğin diğer bir kararına göre Neptün ötesi cisimlere genel olarak Plütoid adı verilmiş ve Plüton'da bu sınıflamaya dahil edilmiştir.

       Güneş sisteminin dokuzuncu gezegenliğinden, gezegensi gök taşları sınıfına düşürülen Plüton’un adı da değiştirilmiştir. Plüton, bundan sonra diğer göktaşları gibi bir numaraya sahip olacaktır. Asteroid denilen gezegensi göktaşlarından sorumlu olan Küçük Gezegen Merkezi (Minor Planet Center) tarafından, Plüton'a 134340 rakamının uygun gördüğünü bildirmiştir. 24 Ağustos 2006'da Uluslararası Astronomi Birliği'nde yapılan oylamada bilim insanlarının çoğu Plüton’un gezegenliğinin düşürülmesinden yana oy kullanırken sadece (Plüton’un keşfini yapan Clyde Tombaugh) ile yakın dostluğu olan Cambridge Üniversitesi astronomu Robin Catchpole Plüton’un gezegen olmasından yana görüş bildirmiştir

25 Mayıs 2010 Salı

NEPTÜN

     Neptün, Güneş Sisteminin Güneş'ten uzaklık sırasına göre 8. gezegenidir. Kütle açısından Jüpiter ve Satürn'den sonra üçüncü, çap açısından bu iki gezegen ve Uranüs'ün ardından dördüncü sırada gelir. Adını Roma deniz tanrısı Neptunus'tan alır. 1846 yılında Urbain Le Verrier ve Johann Gottfried Galle tarafından bulunmuştur. Gaz devleri sınıfına girmektedir
                Özellikler      Güneş'e olan uzaklığından dolayı Neptün gezegeni hakkında kesin bilgiler bulunmamaktadır. Fakat gezegenin yakınlarından geçen Voyager 2 uzay sondasından alınan bilgilere göre, gezegen 22300 km lik yarı çapa sahiptir ve kendi ekseni etrafındaki dönüşünü 17.24 saatte tamamlamaktadır.
     Neptün atmosferinde bulut katmanının üst kısmında sıcaklık -218° C kadardır. Voyager 2 bu gezegenin yakınından geçtiği sırada çekirdeğinin hala çok sıcak olduğunu, dolayısıyla şiddeti 1000 mil'e varan fırtınalar olduğunu saptamıştır. Gezegenin göğünde, Triton ve Nereid adları verilen, çok soluk renkli 2 ay vardır; daha büyük olan birincisinin boyutları Dünya'nın uydusu Ay’ınkinden büyüktür. Ayrıca 13 tane bilinen küçük uydusu vardır.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

SATÜRN

     Satürn Güneş Sisteminin güneşten yakınlık sırasına göre 6. gezegenidir. Türkçesi Sekendizdir. Büyüklük açısından Jüpiter'den sonra ikinci sırada gelir. Adını Roma'nın tarım tanrısı Saturnus'tan alır. Arapça kökenli Zühal adı Türkçe'de giderek daha az kullanılmaktadır. Sekendiz olarak da bilinir. Çıplak gözle izlenebilen 5 gezegenden biri (diğerleri, Merkür, Venüs, Mars, ve Jüpiter) olarak eski çağlardan beri insanoğlunun dikkatini çekmiştir. Büyük ölçüde hidrojen ve helyumdan oluşmakta ve gaz devleri sınıfına girmektedir.
  
    Fiziksel özellikler
       Satürn, tüm gezegenler arasında yoğunluğu en düşük olanıdır. Su yoğunluğu ile karşılaştırıldığında 0.69 olan bu değer, Yerküre'nin yoğunluğunun % 12'si kadardır. Düşük yoğunluk, gezegenin akışkan yapısı ve kendi çevresindeki dönüş hızının yüksekliği ile birleşerek, Satürn'e ekvatorda geniş, kutuplarda basık elipsoid görüntüsünü vermektedir. Beyazlık derecesi (albedo) 0.47 olan gezegen, böylece yüzeyine düşen güneş ışığının yarıya yakınını görünür tayfta yansıtmaktadır. Ancak kızılötesi alandaki ışınım ölçüldüğünde, Satürn'ün Güneş'ten aldığı enerjinin 3 kat fazlasını dışarı yaydığı görülür. Bu nedenle gezegen, Güneş'e olan uzaklığına göre hesaplanan 71K' den (-202 °C) çok daha yüksek bir etkin sıcaklığa sahiptir ve 95K (-178 °C) sıcaklığında bir kara cisim gibi ışır. Satürn'ün kendi içinde yarattığı bu enerji fazlası, gezegenin yerçekiminin etkisi ile yavaşca kendisi üzerine çökerek küçülmesi sırasında dönüştürülen potansiyel enerji ile açıklanmaktadır. Kelvin-Helmholtz mekanizması olarak adlandırılan ve daha sınırlı ölçüde Jüpiter'de de gözlenen bu olgu Satürn'ün yarattığı ısıl enerji fazlasını tek başına açıklamaya yeterli değildir. Ek bir mekanizma olarak, gezegenin yüzeye yakın katmanlarında hidrojen ile karışım halinde bulunan helyumun ağırlığı nedeniyle merkeze doğru süzülerek göç etmesi sırasında potansiyel enerjisinin bir kısmını açığa çıkarması önerilmektedir.

23 Mayıs 2010 Pazar

JÜPİTER

                                         JÜPİTER
         J üpiter, 71370 km ekvator yarı çapı ile Güneş Sistemindeki en büyük gezegendir ve Güneş'e yakınlık bakımından 5. sırada yer alır. Kütlesi yaklaşık olarak dünya kütlesinin 318 katıdır. Bu dev gezegen Güneş çevresindeki turunu 11.86 yılda tamamlar. Çok büyük bir gezegen olduğu için küçük bir teleskopla bile ekvatora paralel olarak uzanan farklı renkteki kuşakları seçilebilir. Jüpiter hakkında ne yazıkki halen kesin bilgiler bulunmamaktadır. Yüzeyi atmosferi ve uyduları hakkında sadce tahminlerde bulunulmaktadır. Bu tahminlere göre çok yoğun bir atmosferi ve de küçük bir çekirdeği bulunmaktadır. Gezegenin içi hakkında yapılan tahminlere göre saf hidrojen veya %1-2 helyum içeren hidrojen ve %1-2 oranında diğer elemanlardan oluşmuştur. Jupiter güneşten aldığı enerjini yaklaşık olarak 2.5 katını çevresine yaymaktadır bunun nedenini gezegendeki gravitasyonel çökmenin hala sürmmesi olarak tahmin edilmektedir. Jupiterin çevresinde 6500 km genişliğinde ve bir kaç km kalınlığında bir halkası bulunmaktadır.

         Bu dev gezegen çok büyük bir mağnetik alana sahiptir. Bu alan sayesinde bilinen 16 uydusu bulunmaktadır. Fakat gezegenin uydularının 16 ile sınırlı olmadığı ve başka uydularının da bulunduğu tahmin edilmektedir. Jupiter hakkındaki ilk bilgiler Nasa'nın 70'li yıllarda gönderdiği Pioneer10 ve Pioneer11 uzay sondaları tarafından elde edilmiştir. Fakat Jüpiter hakkındaki en önemli bilgiler 1995 yılında jüpitere ulaşan Galileo uzay sondasından alınmıştır. Galileo'nun gönderdiği bilgiler sayesinde Jüpiterin 4 büyük uydusu (Io, Europa, Ganymede ve Callisto) bulunmuş ve bunlara Galileo uyduları adı verilmiştir. Bu 4 Uydu gezegen ile aynı yönde dönmektedir. Fakat daha sonra bulunan küçük ve gezegene daha yakın olan uydular gezegene zıt yönde dönmektedir. Bu udular içinde en ilginci Europa uydusudur. Dünyadan yapılan incelemelere göre bu uydunun yüzeyinin su buzlarıyla kaplı olduğu ve hiç bir çarpma kraterinin bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu uydunu üzerinde yer alan ve değişik yönlerde düzgün olrak uzanan çatlaklar, yüzeydeki buzların attaki sıcak bir deniz üzerinde yüzdüğünün sanılmasına neden olmuştur. Bu da bu uydu üzerinde canlı olabilme olasılığını artırmaktadır.



                Özellikleri :
  1.         Güneşe Olan Uzaklığı 778.000.000 km
  2.        Yarı Çapı 71370 km
  3.         Kütlesi 1898 x 10 24 kg
  4.        Yoğunluğu 1326 kg/m3
  5.        Atmosferik Basınç ----
  6.        Sıcaklığı 110 K°
  7.        Görünür Parlaklığı -2.0 m
  8.        Güneş Etrafında Dönme Süresi 11.86 gün
  9.        Kendi Ekseninde Dönme Süresi 9.9250 saat
  10.        Dönme Hızı 13.07 km/sn

                   Dünya'dan bakıldığında parlak bir disk biçiminde görünen Jüpiter Venüs'ten sonra en parlak gezegendir. Eski astronomlar bu gezegene , Eski Roma mitolojisindeki tanrıların tanrısı olan olan ve Eski Yunan'ın en büyük tanrısı Jüpiter'in adını vermişlerdir. Kuşkusuz o zamanlar bu adın bu gezegene ne kadar uygun düştüğü bilmiyorlardı. Gerçekten de, bütün gezegenler bir araya gelse gene de Jüpiter'in büyüklüğüne ulaşamazlar...:)

22 Mayıs 2010 Cumartesi

MARS

          MARS
     Mars ya da Merih, Güneş Sistemi'ndeki, Güneş'ten itibaren dördüncü gezegendir. Bu gezegen Roma mitolojisindeki savaş ilahı Mars'a ithafen adlandırılmıştır. Literatürde kullanılan diğer adlarından biri, yüzeyinde yaygın demiroksitten dolayı kızılımsı bir görünüme sahip olduğu için Kızıl Gezegen adını alır.
    İnce bir atmosferi olan Mars gerek Ay’daki gibi meteor kraterlerini, gerekse Dünya’daki gibi volkan, vadi, çöl ve kutup bölgelerini içeren çehresiyle bir yerbenzeri gezegendir. Ayrıca rotasyon periyodu ve mevsim dönemleri Dünya’nınkine çok benzer.
     Mars’taki Olimpos Dağı (Olympus Mons) adı verilen dağ Güneş Sistemi’nde bilinen en yüksek dağ ve Marineris Vadisi (Valles Marineris) adı verilen kanyon en büyük kanyondur. Ayrıca Haziran 2008’de Nature dergisinde yayımlanan üç makalede açıklandığı gibi, Mars’ın kuzey yarımküresinde 10.600 km. uzunluğunda ve 8.500 km. genişliğindeki dev bir meteor kraterinin varlığı saptanmıştır. Bu krater, bugüne kadar keşfedilmiş en büyük meteor kraterinin (Ay'ın güney kutbu kısmındaki Atkien Havzası) dört misli büyüklüğündedir.[1] [2]    iç gezegenler
   Mars, Dünya hariç tutulursa, halen Güneş Sistemi’ndeki gezegenler içinde sıvı su ve yaşam içermesi en muhtemel gezegen olarak görülmektedir. [3] Mars Express ve Mars Reconnaissance Orbiter keşif projelerinin radar verileri gerek kutuplarda (Temmuz 2005) [4] gerekse orta bölgelerde (Kasım 2008) [5] geniş miktarlarda su buzlarının var olduğunu ortaya koymuş bulunmaktadır. 31 Temmuz 2008’de Phoenix Mars Lander adlı robotik uzay gemisi Mars toprağının sığ bölgelerindeki su buzlarından örnekler almayı başarmıştır. [6]

21 Mayıs 2010 Cuma

Güneş Sistemi'nde Dünya

                              DÜNYA                                                                                                        Yer,yeryüzü, acun; eski dilde arz anlamlarına gelir. Güneş Sistemi'nde uzaklık açısından üçüncü sırada gelir. Üzerinde yaşam barındırdığı bilinen tek doğal gök cismidir. Katı yapılı gezegenler arasında en büyük yere sahiptir. Büyüklükte diğer gaz devi gezegenler arasında beşinci sırada yer alır. Tek doğal uydusu Ay'dır.



       GÜNEŞ SİSTEMİ VE GEZEGENLER

20 Mayıs 2010 Perşembe

Güneş Sistemi,nde Venüs

      Güneş Sisteminde, Güneşe uzaklık bakımından ikinci sıradaki gezegen. Ayrıca Zühre, Roma Astrolojisi'nde Lucifer isimleriyle bilinir. Eski Roma tanrıçası Venüs (Eski Yunan Mitolojisi'nde Afrodit) adını bu gezegenden almıştır. Halk arasında Çolpan veya Çoban Yıldızı olarak da bilinir. Kendi ekseni etrafında, Güneş Sistemindeki diğer tüm gezegenlerin aksi istikamette döner.

      Büyüklüğü açısından Dünya ile benzerlik gösterdiğinden Dünya ile kardeş gezegen olarak da bilinmektedir. Gökyüzünde Güneş'e yakın konumda bulunduğundan ve yörüngesi Dünya'nınkine göre Güneş'e daha yakın olduğundan yeryüzünden sadece Güneş doğmadan önce veya battıktan sonra görülebilir. Bu yüzden Venüs Akşam Yıldızı, Sabah Yıldızı veya Tan Yıldızı olarak da isimlendirilir. Bir diğer adı da 'Çoban yıldızı'dır. Görülebildiği zamanlar, gökyüzündeki en parlak cisim olarak dikkat çeker.
     Günümüze ulaşan en eski gökbilimsel belge olan ve M.Ö. 7'ci yüzyıla ait olduğu sanılan Ammisaduqa tabletinde Babillilerin M.Ö. 1700-1400 yılları arasında yaptıkları Venüs gözlemlerinden söz edilir. Eski Mezopotamya, Orta Amerika ve Uzak Doğu kültürlerinde Venüs'ün önemli bir yeri olmuştur. Eski Yunan'da sabah yıldızı olarak görüldüğünde 'Phosphorus', akşam yıldızı olarak görüldüğünde ise 'Hesperus' olmak üzere iki ayrı ad taşımaktaydı. Pisagor sayesinde bu iki yıldızın aslında aynı gökcismi olduğunu öğrenen ilkçağ dünyası, Venüs ve Merkür'ün Güneş çevresinde döndüğünü ileri süren Heraklit ile ilk kez güneşmerkezli görüş ile tanıştı.
Günümüze ulaşan en eski gökbilimsel belge olan ve M.Ö. 7'ci yüzyıla ait olduğu sanılan Ammisaduqa tabletinde Babillilerin M.Ö. 1700-1400 yılları arasında yaptıkları Venüs gözlemlerinden söz edilir. Eski Mezopotamya, Orta Amerika ve Uzak Doğu kültürlerinde Venüs'ün önemli bir yeri olmuştur. Eski Yunan'da sabah yıldızı olarak görüldüğünde 'Phosphorus', akşam yıldızı olarak görüldüğünde ise 'Hesperus' olmak üzere iki ayrı ad taşımaktaydı. Pisagor sayesinde bu iki yıldızın aslında aynı gökcismi olduğunu öğrenen ilkçağ dünyası, Venüs ve Merkür'ün Güneş çevresinde döndüğünü ileri süren Heraklit ile ilk kez güneşmerkezli görüş ile tanıştı.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Güneş Sistemi'nde Merkül



    Güneş Sistemi'nedeki gezegenlerin farklı özellikler gösterdiklerini daha önce belirtmiştik. Bundan sonraki konularımızı bu gezegenler oluşturacak.
        Merkür (Utarit), Güneş Sistemi'nin Güneş'e en yakın gezegenidir. Büyüklük açısından 8 gezegen arasından son sırayı alır. Adını Roma mitolojisinde ticaret ve yolculuk tanrısı ve tanrıların habercisi olarak bilinen Merkür'den alır. Çıplak gözle izlenebilen 5 gezegenden biri (diğerleri Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn) olarak eski çağlardan beri insanoğlunun dikkatini çekmiştir. Yer benzeri ya da 'kaya' yapılı gezegenler sınıfına girmektedir. Güneş'e yakınlığı nedeniyle yeryüzünden izlenmesi güçtür ve hakkında bilinenler sınırlıdır. Uydusu bulunmamaktadır.

     Merkür, Güneş'e uzaklığı yaklaşık 46 milyon ile 70 milyon kilometre arasında değişen oldukça elips
eliptik bir yörünge izler. Plüton'dan sonra Güneş Sistemi'nin gezegenleri arasında gözlenen en yüksek dışmerkezlik değerine sahip bu yörüngenin milyonlarca yıllık bir çevrim içinde zaman zaman daha da basıklaşarak dışmerkezlik derecesinin günümüzdeki 0,21'den 0,5 düzeyine dek yükselebildiği sanılmaktadır.
     Aşağıda Merkül ve Dünya'nın boyutlarının karşılaştırılması....

18 Mayıs 2010 Salı

GÜNEŞ SİSTEMİ

Güneş, sistemiyle beraber ''Samanyolu Galaksi''nin merkezine yakın sütunlarının yakınlarında bir yerde. Güneş, içinde barındırdığı gezegenlerle beraber sürekli kendi etrafında dönmektedir. Güneş Sistemi'nde toplamda 9 adet gezegen bulunmaktadır. Bunlar Güneşe uzaklık sıralamasına göre şöyledir: Merkül, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün ve Plüton'dur. Bunlardan Merkül, Venüs, Dünya, Mars ''içgezegenler''; Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, Plüton ''dış gezegen'' lerdir.
Her gezegen kendine özgü özellikleri barındırıyor. Bu cisimlerin yörüngeleri, renkleri, sıcaklık değerleri, Güneş etrafındaki dolanım süreleri ve daha bir sürü özellikleri farklı. Ve bu gezegenlerden sadece Dünya'da hayat var. İnsanlar ne kadar bu gezegenlere ayak basmamışlarsa da, teknolojik imkanlardan yararlanılmış ve bunlar hakkında bir sürü bilgi elde edilmiştir.
Gezegenlerin hacimleri de oldukça birbirinden farklı. Gezegenler içerisinde en büyük hacimlisi Jüpiter, En küçüğüyse Plüton'dur. Jüpiter Dünya'dan kat kat büyüktür.
Devamı yarın.. Hoşça kalın...:)

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Paralel Evrenlerin devamı

   Tüm bu bilgiler ışığında düşündüğümüzde hakikaten akıl almaz düşüncelere dalabiliyoruz. Acaba özel sandığımız evrenimiz tek olmayabilir mi? Sonsuz sayıdaki evrenlerin varlığı mümkün mü? Bunun gibi soruları kozmologlara söylediğimizde daha çarpıcı cevaplar alacağımız açıktır.
   Burada daha ilginç olan bir durum var ki o da tüm bu üstün düşüncelerin insanın beynine nasıl sinmiş olmasıdır. Einstain şöyle der: ''Benim anlamadığım tüm bu teoriler değil, bunların bize nasıl sığabildiğidir''.
   İnsan  evrenin ve beynin sınırlarını zorladıkça yeni bilgiler ediniyor, bunları birbirine katarak yeni teoriler ortaya atıyor. Bu teorilerin bazıları eleniyor doğrular ortaya çıkıyor.
  Siz bu yazıyı okurken paralel evrenlerde acaba neler oluyor? Acaba bunlar var mı ki böyle diyoruz? Her an evrenin her yerinde binlerce kat sayı değişiyor, Güneş'te binlerce ton helyum-hidrojen dönüşümü gerçekleşiyor daha neler neler. Bunların sebebini hiç düşündünüz mü?
                                Yarın görüşmek üzere hoşça kalın...:)

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Paralel Evrenlerin devamı

      Kozmologlar her paralel evrende farklı fizik kurallarının hüküm sürebileceğini belirtiyor. Yani her evrende farklı fizik kuralları. Bu evrenlerde farklı medeniyetler de bulunabilir. Bu evrenler sonsuz sayıda da olabilir.
     Daha önce bahsettiğimiz karadelik ve akdeliklerin bu alemlere açılabileceğinden bahsediliyor. Karadelikler de ''Olay Ufku'' nun aşağısında zamanın durma noktasına geldiğini ünlü fizikçi ''Einstain'' belirtiyor. Bu şu anlama gelmektedir: zaman duruyorsa, herhangi bir paralel evrende zaman hiç işlemiyor olabilir. Yani zaman buralarda duruyor ve siz hiç yaşlanmıyorsunuz, hem de sonsuza kadar.
    Atom altı parçacıkları inceleyen fizikçiler şu ilginç bulguyla karşılaştılar: buradaki elektron, proton ve nötronlar düzenli işlemiyor, her an yerleri değişiyordu. Bu parçacıklar aynı anda birden çok yerde bulunabiliyorlardı. Akıllara durgunluk veren bu bulgu tamamen ıspatlanmış durumda. Fizikçiler şimdi bu parçacıkların çok hızlı bir şekilde peralel evrenlerde yer değiştirdiklerinin üzerinde duruyorlar.
                                 Tüm bu bilgiler ışığında gelecek yazımızda görüşmek üzere hoşçakalın...:)

14 Mayıs 2010 Cuma

PARALEL EVRENLER

    Paralel evrenler, evrenimiz dışın da başka evrenlerinde olduğunu ön güren bir teoridir. Bir üniversite öğrencisinin tezi olan teori ''Einstein'' e gösterilmiş, o bunda bir askınca görmediğini söylemiştir. Teori gerçekten akıl almaz açıklamalarla doludur.
    Bir japon fizikçi bu konu hakkında şöyle söyler: ''Evrenimiz okyanusta yüzen deniz kabarcıklarından yalnız biri olabilir''. Fizikçi ve kozmologlar işin içinden çıkamayacak gibi görünüyor.
  Felsefeyle fiziğin adeta bir bütün olduğu bu teoriden ben bahsedeyim siz hayal gücünüzle düşünün:).
   Peki böyle bir teorinin doğruluk payı nedir?
   Şu bir gerçek ki matematik denklemleriyle ıspatlanabilen her şey evrenimizde mevcuttur. Ama bu teori soyut bir teori görünümünde olduğundan ıspatı daha da zorlaşmaktadır. Fakat diğer taraftan matematikte soyut kavramları işleyen konularda mevcuttur. Karmaşık sayılar gibi. Hal böyle olunca algı dünyasının bize kazandırdığı ön yargılardan kurtulmamız gerekmektedir.
                               Yarın yine aynı konuyla görüşmek üzere hoşçakalın...:0)
   

13 Mayıs 2010 Perşembe

AKDELİKLER

    Akdelikler, kısmen karadeliklerin zıddı özellikler gösteren yapılardır. Akdelikler, ışığı çok şiddetli yansıttıkları için varlıkları kozmologları uğraştırmıştır. Akdeliklerin varlığı, karadeliklerin varlığından sonraları ıspatlanmıştır.
    Akdelik ve karadelikleri beraber düşünen kozmologlar, karadeliklerden çekilen madde ve ışığın akdeliklerden dışarı çıktığını belirtiyorlar. Yani bir tünel gibi düşünen kozmologlar, tünelin başını karadelik, sonunu ise akdelik gibi düşünüyorlar. Tabii bu daha kanıtlanmamıştır.
    Peki bu girdapların böyle bir bağlantılarının olabilmesi mümkün mü?
    Ne kadar ıspatlanmamışsa da olması mümkün olabilir. Lakin kozmolog ve fizikçilerin şu ana kadar buldukları ne insanın hayal gücüne sığabiliyor ne de insanın inanası geliyor; ama hepsi gerçek. Kozmologlar yine bunların uç uca eklenmesinden oluşan telekominikasyon ağı gibi bir yapıdan bahsediyorlar.     Düşünsenize karadeliklerden girip akdeliklerden çıkıyor paralel evrenlerde geziniyorsunuz!
      Daha önce evren boyutlarında ışık hızının bile yetersiz kaldığını belirtmiştik. Kozmologlar yine bu yapıları uzayın sonsuz boşluklarına açılan birer kısayol kapısı gibi düşünüyor.
    Konuyla ilgilenenler Taşkın TUNA'nın ''Uzayın Sırları'' isimli kitabına baş vurabilirler                                                     
                                                   Yarın ki yazımızda görüşmek üzere hoşçakalın:)...

12 Mayıs 2010 Çarşamba

KARADELİKLER

   Karadelikler, etrafındaki her şeyi yutan, yuttukça  büyüyen yapılardır. Bu yapılar sadece maddeyi değil aynı zamanda ışığı ve zamanı da çekmektedirler. İlk önceleri kozmolog ''Stephan Hawking'' bunların varlığını dile getirmiş ve yapılan araştırmalarla varlığı ıspatlanmıştır.
    Kozmologların açıklamalarına göre karadeliklerden alınan bir çay kaşığı madde milyonlarca ton ağırlığındandır. Bu yapılarda ''Olay Ufku'' denilen bir sınır bölge var ve bu sınıra giren madde, zaman, ışık, artık farklı özellikler alıyorlar. Bu yapıların görülememe nedeni de ışığı(kendi ışıklarını bile) yutmalarıdır. Kozmologlar bu deliklerin zamanı yavaşlattıklarını, hatta zamanı durdurduklarını bulmalarıda gerçekten çok ilginç. Yine kozmologlar bu yapıların yıldızların içine çökmeleri sonucunda oluştuğunu söylüyorlar. Zamanla yıldızların enerjisi tükeniyor ve kendi içlerine çöküyorlardı.
   Bu yapılardan geniş ölçüde bilgi almak isteyenler ''Stephan Hawking'' in araştırmalarına baş vurabilirler.
   Karadelklerden sonra kozmologlar akdelik adını verdikleri yepılarda buldular, yarın bu akdeliklerden bahsedeceğiz...
       Karadeliklerle ilgili video

11 Mayıs 2010 Salı

BİG BANG TEORİSİ


     Big Bang Teorisi, kozmologların evrenin oluşumunu açıklamalarıiçin öne sürdükleri bir kaç teoriden biri. Zamanla bilimdeki buluşlar sonucunda diğer teorilerin yanlışlığı ıspatlanmış ve Big Bang başlı başına kalmıştır. Gelişen teknolojik imkanlarla Big Bang'in doğruluğu ıspatlanmıştır.     Kozmologlar bu teoriyi açıklarken şunları kullanıyorlar:
     Evren, sıfır zamanda, sonsuz kütleli, bir noktanın uzaya taşmasıdır, patlamasıdır.
     Peki kozmologlar bu teoriyi nasıl ıspatladılar?
 Fizikçi ve kozmologlar bu teorinin ıspatlanabilmesi için evrenin genişlediğinin bilinmesi gerek tiğini belirtmelerinden sonra, ''Kozmik Işın'' adı verilen bir ışıma buldular. Bu ışınlar evrenin her tarafına eşit durumda bulunuyorlardı ve her geçen saniye birbirlerinden uzaklaşıyorlardı. Böylelikle evrenin genişlediği ıspatlandı ve konuyla uğraşanlar bunda hemfikir oldular. Böylelikle kozmologlar kolları sıvayıp evrenin ilk oluşumu hakkında daha tutarlı bilgiler bulabileceklerdi.
    Daha sonra ''Einstaın'' evrenin yaratılışında üç boyuta(uzunluk, alan, hacim) zamanıda katıyor ve çalışmalar böylelikle sürüp gidiyor...

9 Mayıs 2010 Pazar

GALAKSİLER VE SAMANYOLU GALAKSİSİ

     Galaksiler, adına ''Gök Ada'' denilen, içinde milyarlarca yıldız bulunduran, çeşitli şekillere sahip yıldız topluluklarıdır
     Galaksilerin büyüklüğü insanın tahminlerinin çok ötesindedir. Öyle ki Samanyolu Galaksi'sinin uzunluğu 100.000 ışık yılı, genişliği 20.000 ışık yılıdır. Böyle düşündüğümüzde uzaklıkta, ışık hızı bile yetersiz hale gelmektedir. Galaksilerin çeşitli şekillerde olduğunu söylemiştik; bunlar spiral, tabağımsı, şekillere sahiptirler. Galaksiler, uzayda kümelenmişlerdir. Üzüm salkımı gibi bu topluluklara ''Galaksi Salkımları'' denir. Galaktik sistemler, kendi etrafların da dönerler ve sürekli birbirlerinden uzaklaşırlar. Son dönemlerde kozmologlar bu dönüşleri karadeliklerin çekim gücüne bağladılar.
     Samanyolu Galaksi'si de 200 milyar yıldız barındıran muazzam bir büyüklüğe sahip. Tabağımsı bir görüntüye sahip galaksimiz kendi etrafında dönmekte ve bu dönüşünü milyonlarca yıl sonra tamamlamaktadır. Güneş sistemi de galaksimizin merkez sütunlarının çok yakınında yolculuğuna devam etmektedir. Bize en yakın galaksi ise ''Andromeda'' dır.
      Önceleri kozmologlar, galaksilerin sayı bakımından az olduğunu düşünmüşler. Fakat daha sonra yapılan araştırmalarla sayılarının bilinemeyecek kadar çok olduğunu bulmuşlar.
            Bir dahaki yazımızda görüşmek üzere...                

8 Mayıs 2010 Cumartesi

IŞIK VE IŞINLAR

                                    IŞIK VE IŞINLAR
    Işık, adına '' foton'' denilen parçacıklardan oluşan, çeşitli dalga boylarına sahip, kütlesi olmayan, evrenin en hızlı hareket eden maddesidir.    
    Işık, çoğu alanda kullanılıyor olsa da biz burada kozmolojinin gözüyle ışığa bakacağız.
    Işık çeşitli boyutlarda varlığını sürdürür. Gördüğümüz renkler de ışığın farklı dalga boylarındaki görüntüleridir. Işık saniyede 300.000 km ile evrenin en hızlı maddesidir. Her şey de olduğu gibi ışığında çeşitleri vardır. Bunlardan x, alfa, beta gibi isinler alırlar. Son dönemlerde birde ''Nötrino'' denilen bir ışık çeşidi daha buldular. Elimizi açtığımızda hemen her saniyede bir kısmı elimize temas ediyor ve içinden geçip yolculuğuna devam ediyor. Peki nereye gidiyor bunlar? Ne gariptir ki bunlar karşılaştıkları her maddenin için den geçip(Dünya'dan bile) yolculuklarına devam ediyorlar.
     Yanda, Dünya ve manyetik alanı.
Bu ışıklardan bazıları çok zararlı olabiliyor. Dünyamız her saniye bu zararlı ışıkların bombardımanı altındadır; ama atmosfer bunları bir taraftan (yararlılarını) süzerken, diğer taraftan Dünya'nın manyetik çekin kuvveti bunları uzaya savıyor.
    Kozmologlar evrensel boyutlarda ışık hızının bile yetersiz olduğunu söylüyorlar. Şöyle ki ''Kutup Yıldızı'nın'' şu an gördüğümüz ışıkları bile 45 yıl önce yola çıkmışlardı. Yani biz yıldızın şimdiki halini değil 45 yıl önceki halini görüyoruz. Bur da şu soruyu sormak lazım: madem biz onun 45 yıl önceki halini görüyoruz, ışığı 45 yılda geliyor, öyleyse yıldız bizden 45 yıl daha gelecekte değil mi? Evet öyle. Bu da bize zamanın ışık hızıyla bağlantısını ortaya koyuyor. Lakin ''Einstein'' de zamanı 4. boyut olarak uzaya ekliyor ve ışık hızıyla zamanın aktığını belirtiyor.
    Gerisini varın siz hayal edin...   

7 Mayıs 2010 Cuma

                             UZAY ARAŞTIRMALARI VE VOYAGER
    Görünen o ki uzay araştırmaları çok uzun yıllardır devam ediyor ve devam edecek. Bu gün bunlardan ''Voyager'' uzay aracından bahsedeceğim.
    Voyager uzay aracı 1977  America'dan uzaya fırlatılır. Bu ''gezgin'' anlamına gelen bir araçtı. Bu araç uzayın sonsuz boşluğunda sürekli gidecek ve aldığı verileri Dünya'ya gönderecekti. Aracın içi; TV kameralar, infrared(kızılötesi ışın) ve ultraviole(mor ötesi ışın) sensörleri, kozmik ışın ölçüm aletleri v.s.'den oluşuyordu. 
    Her ihtimale karşı Voyager'i belki başkası bulur diye içine, bir plaka çakılmıştı. Bu plakada, bir erkek ve bir kadın resmi, bazı dillerin selamlaşma sözcükleri, uzay aracının Dünya'dan gönderildiğini anlatmak için, Gümeş Sistemi Modeli yerleştirilmişti. 
    Ne kadar ilginç değil mi?
    Peki uzay aracına ne oldu?
    Uzay aracı tam zamanında uzaya fırlatıldı ve bir kaza olmadan bu günde yoluna devam ediyor. Biz bunları anlatırken bile. Bakalım ilerde bize neler gönderecek!                                                  
                                                  

6 Mayıs 2010 Perşembe

UZAY BOŞLUĞU

Sizi daha  fazla meraklandırmadan bu günkü konumuza başlıyorum:o)
                                               UZAY BOŞLUGU
    Uzay, gök cisimleri arasındaki boşluk(sandığımız) alanlardır.                                                    
    Bazı insanların sandıklarının aksine uzayda bir boşluk yoktur. Bu son dönemlerde fizikçiler tarafından ıspatlanmıştır. Peki uzayda bir şeyler varsa(uzay boşluğunda) bunlar niçin görülemiyor?  Bunu gecikmeden cevaplayalım.
    Kozmologlar bunun görülememe sebebinin ışığın dalga boyuyla alakalı olduğunu söylüyor. Yani insan gözü belirli aralıklardaki ışık boylarını yakalayabiliyor. Bu dalga boylarının sınır değerlerini kırmızı ve mor renkleri oluşturuyor. Diğer renkler de bu renklerin sınır değerleri arasındaki değerlerde kendinlerini
gösteriyor. Bu sınır değerler 0.3-0.7 arasındadır.
     Peki uzayda boşluk yoksa ne olabilir?
     Kozmologlar bununda cevabını belirtiyor. Bu görülmeyen maddeye kozmologlar ''Karanlık Madde'' diyorlar. Bu madde uzayın her tarafında eşit şekilde yayılmiştır. Gök cisimleri bunun içinde yüzer durumdadır.
     Boşluk diye söylediğimiz şey Stephan Hawking'e göre sadece atom altı parçaciklarda(elktron, proton, nötron) mevcut olabilir. Atom elektron mikroskopuyla görüldüğü halde atom altı parçacıklar görülemez. Peki yıllarca okulda bize öğretilenler yanlış mı? Fizikçiler nasıl bu kadar cüretkar davranıp bunu bize söyleyebiliyor? İşte cevap:
     Hayır, fizikçiler bunları uydurmuyor. Fizikçiler önce bunları matematik denklemleriyle ıspatlıyor, böylece denklemler doğru çıkarsa doğruluk ıspatlanabiliyor. Bunların görülememe sebebide ışığın onları yakalayabilecek düzeye inememesidir. Öyle ya ''Bir şeyin olmaması onun olmadığı anlamına gelmez.'' sözünü çok duymuşuzdur.
    Merakınızla bir dahaki yazımızda görüşmek üzere hoşçakalın...                                                   

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Tekrar merhaba...
    Dün bir giriş yaptıktan sonra şimdide hangi konulardan bahsedeceğimize bakalım:
  • Uzay Boşluğu
  • Uzay Araştırmaları ve Voyager
  • Işık ve ışınlar
  • Galaksiler ve Samanyolu Galaksisi
  • Big Bang Teorisi
  • Karadelik ve Akdelikler
  • Paralel Evrenler
  • Güneş Sistemi
  • Ufolar
  • Evren Yaratılmış mı?
.   Konulardan bahsederken zevk alacağınızı umuyorum, yarın görüşürüz.

4 Mayıs 2010 Salı

UZAY VE İNSAN

Bu yazıda insanların merak ettikleri, ilgi çekici,düşündürücü ve nefes kesici UZUYIN SIRLARIhakkında sizleri bilgilendireceğiz.
    Bu yazımızda bize eşlik edenlere şimdilik şunları söyleyebiliriz:
1-Hayal gücünüzü oldukça geniş tutmalısınız(hatta evrenin dışına çıkmak pahasına).
2-Normal diye algıladığımız normların dışına çıkıp, çok soyut düşünebilmelisiiniz.
3-bıkkınlık duymamalısınız.
  Şimdilik giriş için bu kadar yeterli. Devamına yarın beraber bakalım.
                                                                        ESENLİKLE KALIN...