28 Mayıs 2010 Cuma

UZAYDA YAŞAM VAR MIDIR?


     Yıllardır insanoğlu kendini arıyor, aramanın da ötesinde başka alemlerin, uzayda hayatın olup olmadığı hakkında sürekli sınırları zorluyor. Bu kişisel ve ya toplumsal merakın götürdüğü noktalarda bazen çok acıklı olagelmiştir. Tarihsel süreçte kimi bilim adamları yaptıklarından ötürü cezalandırılmış, hatta kimisinin canına da mal olmuştur. Bu merak bugünde varlığını sürdürüyor.
    Gelişen teknolojiyle beraber insan uzaya da adım atmış ve bunun sonucunda da insanoğlu bazı kazanımlar elde etmiştir. Misalen insan yapımı uydularla iletişim, haberleşme sağlanmıştır. Uzaya gönderilen makineler her gün 19 milyon fotoğrafı gönderecek duruma gelmiştir.
       Yıllardır devam eden bu teknolojik gelişme, veriler sonucunda net bir bilgiyle başka yaşam formlarının olduğunu açıklayan bilgilere ulaşılamamıştır. Günümüz modern insanı ufolardan bahsediyor, bazıları bunları gördüğünü iddia ediyorlar. Bunlar bize inandırıcı ve ya reklam gibi gelebilir; ancak tarih öncesi devirlerden bu yana da bunlardan bahsedildiğini de bilmekteyiz. Hal böyle olunca da ''Ateş olmayan yerde duman çıkmaz'' sözü geliyor insanın aklına ve insan soruyor kendine ''Acaba uzayda yaşam var mıdır?'' diye. Şu bir gerçek ki insan net bir şekilde bunun cevabını veremez. Var ve ya yok!
      Yalnız şunu söylemek gerekir: bilimle sabittir ki evrende insanın hayal gücünü aşacak derecede galaktik sistemler var ve her geçen bu sistemlerin içinde yeni gezegemler, yıldızlar bulunuyor. Bilmem kaç milyon ışik yılı uzaklıkta ki yıldızlar. Peki acaba buralarda yaşam olamaz mı? Bizim gibi yiyip içen varlıklar ve ya farklı şekilde yaşayanlar.                                                          Olamayacağını söylememiz mümkün değil; çünkü şu anki kazanımlarımız algı dünyasıyla sınırlıdır ve biz bunların içine hapsolmuş gibiyiz. Hal böple oluncada başka yerlerde yaşam olabilir demekten başka çaremiz kalmıyor gibi. İnsanın bu noktada 'Paralel evrenler' i düşünmesi lazım, algı dünyasının perdesi ancak bu şekilde yırtılabilir.

                                        Tıkla!  PARALEL EVRENLER

26 Mayıs 2010 Çarşamba

UFOLAR

      Tanımlanamayan Uçan Nesne, ya da kısa adıyla UFO ("Unidentified Flying Object") kimliği teşhis edilememekle birlikte bir ya da birçok tanık tarafından gözlemlendiği doğrulanan veya doğal yapısı ve kökeni bilinmemekle birlikte kamera, fotoğraf makinesi, radar vb. gibi cihazlarla kaydedilen hava nesne ya da fenomenlerine verilen addır.

     Bu fenomenleri ya da nesneleri inceleyen kişilere ufolog, UFO’ların incelenmesine ise ufoloji adı verilir. Tanımlanamayan uçan nesne, kimliği teşhis edildiği takdirde (meteoroloji balonu, uçak vs.) UFO olmaktan çıkar. Popüler kültürde ise Dünya-dışı oldukları varsayılan her türlü uzay gemisi için UFO terimi kullanılır. Bunun yanı sıra bu anlamda uçandaire terimi de kullanılır. Geçmişte de UFO gözlemleri yapılmış olmakla birlikte, gözlem raporları 1950’li yıllardan itibaren, özellikle ABD’de büyük bir artış göstermiştir. Bu yıllardan itibaren, yeryüzünde, günümüze kadar onbinlerce tanıklık kaydedilmiştir.[1]



Tarih-öncesi'nde ve Antikçağda UFO’lar       M.Ö. 10000 yıllarına tarihlenen, uzaylı ziyaretçileri temsilen yapılmış olabileceği ileri sürülen mağara resimleri, Val Camonica (İtalya). Fakat resimler ilahları veya mitolojik kişileri temsilen de yapılmış olabilir.Kimliği tanımlanamayan hava fenomenlerine ilişkin gözlemler çok eski zamanlardan beri yapılmaktadır. Kimi ufologlara göre, İspanya'daki Altamira Mağarası'ndakiler veya Cougnac'taki (Fransa) Lot (Pech-Merle) Mağarası'ndakiler[2] gibi, duvarlarında resimler bulunan bazı mağaralardaki tuhaf tasvirler UFO tasvirleri olmalıdır.[3] Ayrıca Cezayir’deki Tassili freskleri[4] gibi bazı resim ya da heykelcikler ilginç biçimde 20. yüzyıldaki raporlarda betimlenen uzaylı tasvirleriyle benzerlik göstermektedir[5] ki, bu, ufologlar topluluğunun bir kısmına göre, UFO fenomeninin eskiliğinin, yani Dünya insanlığının havada uçabilen araçlar yapabilecek teknolojiye sahip olmasından önce de mevcut olduğunun bir kanıtıdır.
     Fakat eski zamanlarda gözlemlenen bu tuhaf fenomenlerin kuyrukluyıldızlar, parlak meteorlar ya da atmosferdeki optik fenomenler olduğu sanılmaktadır. Eski zamanlardaki bu tür olguların incelenmesi retro-ufoloji olarak adlandırılmaktadır. Geçmişteki bu tür gözlemlere şunlar örnek olarak gösterilebilir:
    M.Ö. 1450’ye doğru, firavun III. Tutmosis’in tahtta olduğu döneme ait bir betimlemede, gökte “güneşten daha parlak ateşten halkalar”ın gözlemlendikleri, eni 5 m.’yi bulan bu nesnelerin birkaçgün boyunca belirdikleri ve sonunda gökte yükselerek kayboldukları anlatılır.[6]
     Romalı yazar Julius Obsequens M.Ö. 99 yılında “Tarquinia'da güneşin batışı sırasında küre gibi bir yuvarlak nesne gökte batıdan doğuya doğru yol aldı” diye yazmıştır.[7]

PLÜTON

      24 Ağustos 2006 tarihine dek Güneş Sistemi'ndeki en küçük gezegen (2390 km çaplı) olarak kabul edilmiştir. Plüton'un dışmerkezli bir yörüngeye sahip olması onun bir gezegen olup olmadığı konusunda yıllar süren tartışmalar yaratmıştır. 24 Ağustos 2006'ya kadar Uluslararası Gökbilim Birliği (International Astronomical Union; IAU), Plüton'u bir gezegen olarak sınıflandırmıştır. Ancak, aynı dernek 24 Ağustos 2006 tarihinde Prag'da yaptığı toplantıda Plüton'u gezegen sınıfından çıkarak "Cüce Gezegen" sınıfına koymuştur. Plüton, yeni kabul edilen "Güneş’in etrafında dönen, yuvarlak şekil alacak kadar kütleçekime sahip, yörüngesinde kendi bağımsız ekosistemini sürdürebilen göktaşları gezegendir." şeklindeki gezegen tanımına uymadığı için ve Plüton'un yörüngesinin Neptün’le kesişmesi nedeniyle gezegen sınıfından çıkartılmıştır. Birliğin diğer bir kararına göre Neptün ötesi cisimlere genel olarak Plütoid adı verilmiş ve Plüton'da bu sınıflamaya dahil edilmiştir.

       Güneş sisteminin dokuzuncu gezegenliğinden, gezegensi gök taşları sınıfına düşürülen Plüton’un adı da değiştirilmiştir. Plüton, bundan sonra diğer göktaşları gibi bir numaraya sahip olacaktır. Asteroid denilen gezegensi göktaşlarından sorumlu olan Küçük Gezegen Merkezi (Minor Planet Center) tarafından, Plüton'a 134340 rakamının uygun gördüğünü bildirmiştir. 24 Ağustos 2006'da Uluslararası Astronomi Birliği'nde yapılan oylamada bilim insanlarının çoğu Plüton’un gezegenliğinin düşürülmesinden yana oy kullanırken sadece (Plüton’un keşfini yapan Clyde Tombaugh) ile yakın dostluğu olan Cambridge Üniversitesi astronomu Robin Catchpole Plüton’un gezegen olmasından yana görüş bildirmiştir

25 Mayıs 2010 Salı

NEPTÜN

     Neptün, Güneş Sisteminin Güneş'ten uzaklık sırasına göre 8. gezegenidir. Kütle açısından Jüpiter ve Satürn'den sonra üçüncü, çap açısından bu iki gezegen ve Uranüs'ün ardından dördüncü sırada gelir. Adını Roma deniz tanrısı Neptunus'tan alır. 1846 yılında Urbain Le Verrier ve Johann Gottfried Galle tarafından bulunmuştur. Gaz devleri sınıfına girmektedir
                Özellikler      Güneş'e olan uzaklığından dolayı Neptün gezegeni hakkında kesin bilgiler bulunmamaktadır. Fakat gezegenin yakınlarından geçen Voyager 2 uzay sondasından alınan bilgilere göre, gezegen 22300 km lik yarı çapa sahiptir ve kendi ekseni etrafındaki dönüşünü 17.24 saatte tamamlamaktadır.
     Neptün atmosferinde bulut katmanının üst kısmında sıcaklık -218° C kadardır. Voyager 2 bu gezegenin yakınından geçtiği sırada çekirdeğinin hala çok sıcak olduğunu, dolayısıyla şiddeti 1000 mil'e varan fırtınalar olduğunu saptamıştır. Gezegenin göğünde, Triton ve Nereid adları verilen, çok soluk renkli 2 ay vardır; daha büyük olan birincisinin boyutları Dünya'nın uydusu Ay’ınkinden büyüktür. Ayrıca 13 tane bilinen küçük uydusu vardır.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

SATÜRN

     Satürn Güneş Sisteminin güneşten yakınlık sırasına göre 6. gezegenidir. Türkçesi Sekendizdir. Büyüklük açısından Jüpiter'den sonra ikinci sırada gelir. Adını Roma'nın tarım tanrısı Saturnus'tan alır. Arapça kökenli Zühal adı Türkçe'de giderek daha az kullanılmaktadır. Sekendiz olarak da bilinir. Çıplak gözle izlenebilen 5 gezegenden biri (diğerleri, Merkür, Venüs, Mars, ve Jüpiter) olarak eski çağlardan beri insanoğlunun dikkatini çekmiştir. Büyük ölçüde hidrojen ve helyumdan oluşmakta ve gaz devleri sınıfına girmektedir.
  
    Fiziksel özellikler
       Satürn, tüm gezegenler arasında yoğunluğu en düşük olanıdır. Su yoğunluğu ile karşılaştırıldığında 0.69 olan bu değer, Yerküre'nin yoğunluğunun % 12'si kadardır. Düşük yoğunluk, gezegenin akışkan yapısı ve kendi çevresindeki dönüş hızının yüksekliği ile birleşerek, Satürn'e ekvatorda geniş, kutuplarda basık elipsoid görüntüsünü vermektedir. Beyazlık derecesi (albedo) 0.47 olan gezegen, böylece yüzeyine düşen güneş ışığının yarıya yakınını görünür tayfta yansıtmaktadır. Ancak kızılötesi alandaki ışınım ölçüldüğünde, Satürn'ün Güneş'ten aldığı enerjinin 3 kat fazlasını dışarı yaydığı görülür. Bu nedenle gezegen, Güneş'e olan uzaklığına göre hesaplanan 71K' den (-202 °C) çok daha yüksek bir etkin sıcaklığa sahiptir ve 95K (-178 °C) sıcaklığında bir kara cisim gibi ışır. Satürn'ün kendi içinde yarattığı bu enerji fazlası, gezegenin yerçekiminin etkisi ile yavaşca kendisi üzerine çökerek küçülmesi sırasında dönüştürülen potansiyel enerji ile açıklanmaktadır. Kelvin-Helmholtz mekanizması olarak adlandırılan ve daha sınırlı ölçüde Jüpiter'de de gözlenen bu olgu Satürn'ün yarattığı ısıl enerji fazlasını tek başına açıklamaya yeterli değildir. Ek bir mekanizma olarak, gezegenin yüzeye yakın katmanlarında hidrojen ile karışım halinde bulunan helyumun ağırlığı nedeniyle merkeze doğru süzülerek göç etmesi sırasında potansiyel enerjisinin bir kısmını açığa çıkarması önerilmektedir.

23 Mayıs 2010 Pazar

JÜPİTER

                                         JÜPİTER
         J üpiter, 71370 km ekvator yarı çapı ile Güneş Sistemindeki en büyük gezegendir ve Güneş'e yakınlık bakımından 5. sırada yer alır. Kütlesi yaklaşık olarak dünya kütlesinin 318 katıdır. Bu dev gezegen Güneş çevresindeki turunu 11.86 yılda tamamlar. Çok büyük bir gezegen olduğu için küçük bir teleskopla bile ekvatora paralel olarak uzanan farklı renkteki kuşakları seçilebilir. Jüpiter hakkında ne yazıkki halen kesin bilgiler bulunmamaktadır. Yüzeyi atmosferi ve uyduları hakkında sadce tahminlerde bulunulmaktadır. Bu tahminlere göre çok yoğun bir atmosferi ve de küçük bir çekirdeği bulunmaktadır. Gezegenin içi hakkında yapılan tahminlere göre saf hidrojen veya %1-2 helyum içeren hidrojen ve %1-2 oranında diğer elemanlardan oluşmuştur. Jupiter güneşten aldığı enerjini yaklaşık olarak 2.5 katını çevresine yaymaktadır bunun nedenini gezegendeki gravitasyonel çökmenin hala sürmmesi olarak tahmin edilmektedir. Jupiterin çevresinde 6500 km genişliğinde ve bir kaç km kalınlığında bir halkası bulunmaktadır.

         Bu dev gezegen çok büyük bir mağnetik alana sahiptir. Bu alan sayesinde bilinen 16 uydusu bulunmaktadır. Fakat gezegenin uydularının 16 ile sınırlı olmadığı ve başka uydularının da bulunduğu tahmin edilmektedir. Jupiter hakkındaki ilk bilgiler Nasa'nın 70'li yıllarda gönderdiği Pioneer10 ve Pioneer11 uzay sondaları tarafından elde edilmiştir. Fakat Jüpiter hakkındaki en önemli bilgiler 1995 yılında jüpitere ulaşan Galileo uzay sondasından alınmıştır. Galileo'nun gönderdiği bilgiler sayesinde Jüpiterin 4 büyük uydusu (Io, Europa, Ganymede ve Callisto) bulunmuş ve bunlara Galileo uyduları adı verilmiştir. Bu 4 Uydu gezegen ile aynı yönde dönmektedir. Fakat daha sonra bulunan küçük ve gezegene daha yakın olan uydular gezegene zıt yönde dönmektedir. Bu udular içinde en ilginci Europa uydusudur. Dünyadan yapılan incelemelere göre bu uydunun yüzeyinin su buzlarıyla kaplı olduğu ve hiç bir çarpma kraterinin bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu uydunu üzerinde yer alan ve değişik yönlerde düzgün olrak uzanan çatlaklar, yüzeydeki buzların attaki sıcak bir deniz üzerinde yüzdüğünün sanılmasına neden olmuştur. Bu da bu uydu üzerinde canlı olabilme olasılığını artırmaktadır.



                Özellikleri :
  1.         Güneşe Olan Uzaklığı 778.000.000 km
  2.        Yarı Çapı 71370 km
  3.         Kütlesi 1898 x 10 24 kg
  4.        Yoğunluğu 1326 kg/m3
  5.        Atmosferik Basınç ----
  6.        Sıcaklığı 110 K°
  7.        Görünür Parlaklığı -2.0 m
  8.        Güneş Etrafında Dönme Süresi 11.86 gün
  9.        Kendi Ekseninde Dönme Süresi 9.9250 saat
  10.        Dönme Hızı 13.07 km/sn

                   Dünya'dan bakıldığında parlak bir disk biçiminde görünen Jüpiter Venüs'ten sonra en parlak gezegendir. Eski astronomlar bu gezegene , Eski Roma mitolojisindeki tanrıların tanrısı olan olan ve Eski Yunan'ın en büyük tanrısı Jüpiter'in adını vermişlerdir. Kuşkusuz o zamanlar bu adın bu gezegene ne kadar uygun düştüğü bilmiyorlardı. Gerçekten de, bütün gezegenler bir araya gelse gene de Jüpiter'in büyüklüğüne ulaşamazlar...:)

22 Mayıs 2010 Cumartesi

MARS

          MARS
     Mars ya da Merih, Güneş Sistemi'ndeki, Güneş'ten itibaren dördüncü gezegendir. Bu gezegen Roma mitolojisindeki savaş ilahı Mars'a ithafen adlandırılmıştır. Literatürde kullanılan diğer adlarından biri, yüzeyinde yaygın demiroksitten dolayı kızılımsı bir görünüme sahip olduğu için Kızıl Gezegen adını alır.
    İnce bir atmosferi olan Mars gerek Ay’daki gibi meteor kraterlerini, gerekse Dünya’daki gibi volkan, vadi, çöl ve kutup bölgelerini içeren çehresiyle bir yerbenzeri gezegendir. Ayrıca rotasyon periyodu ve mevsim dönemleri Dünya’nınkine çok benzer.
     Mars’taki Olimpos Dağı (Olympus Mons) adı verilen dağ Güneş Sistemi’nde bilinen en yüksek dağ ve Marineris Vadisi (Valles Marineris) adı verilen kanyon en büyük kanyondur. Ayrıca Haziran 2008’de Nature dergisinde yayımlanan üç makalede açıklandığı gibi, Mars’ın kuzey yarımküresinde 10.600 km. uzunluğunda ve 8.500 km. genişliğindeki dev bir meteor kraterinin varlığı saptanmıştır. Bu krater, bugüne kadar keşfedilmiş en büyük meteor kraterinin (Ay'ın güney kutbu kısmındaki Atkien Havzası) dört misli büyüklüğündedir.[1] [2]    iç gezegenler
   Mars, Dünya hariç tutulursa, halen Güneş Sistemi’ndeki gezegenler içinde sıvı su ve yaşam içermesi en muhtemel gezegen olarak görülmektedir. [3] Mars Express ve Mars Reconnaissance Orbiter keşif projelerinin radar verileri gerek kutuplarda (Temmuz 2005) [4] gerekse orta bölgelerde (Kasım 2008) [5] geniş miktarlarda su buzlarının var olduğunu ortaya koymuş bulunmaktadır. 31 Temmuz 2008’de Phoenix Mars Lander adlı robotik uzay gemisi Mars toprağının sığ bölgelerindeki su buzlarından örnekler almayı başarmıştır. [6]